!...BeN ÇeTiN SiTeMDe iYi VaKiTLeR GeÇiRMeNiZi DiLeRiM...!
   
  !''''''''''''' Ç é T ! N '''''''''''''''!
  NaSıL '' MuTLu '' oLuNuR..! xD
 








   

:3: Nasıl mutlu olunur diye mi soruyordunuz ? Buyrun işte cevabı : Lütfen pozitif olun . Tabi ki pek kolay değil , çünkü etrafımızı saran negatif enerji çok bulaşıcı bir hastalık gibi ama inanın yine de mümkün . Hani bazı şeyler gözümüzün önünde şekil değiştirir ya , işte öyle birşey anlatacağım . Ama bu şekil değişikliğinin ille de fiziksel olması gerekmiyor . Ruh halindeki hızlı değişimler de bizi aynı fiziki değişimlerde olduğu kadar şaşırtabiliyor . Bunu gözlemlemek kolay ama burkuyor insanın içini . Bir arkadaşım iki haftadır yoğun bir motivasyon içindeydi . Her sabah işe geliyor ve üşenmeyip yakın çevresine günaydın demek için odalarımızı dolaşıyor , bizi mutlu etmek amacıyle minik armağanlar getiriyordu . Davranış biçimi ruhumuzu okşarken , fiziksel olarak da her zamankinden daha hoş göründüğü için göz zevkimizi de tatmin ediyordu . Her zaman alıştığımız spor giyim tarzının daha dışında ve oldukça hoş giyiniyordu . Gözlerinin içi gülüyor ve hepimizi etkisi altına alan negatif enerjiden bizi sıyırmak için uğraşıyordu . Sanki ufak çaplı bir misyon üstlenmiş gibiydi. Bizler ise ona gülümsemeye çalışırken bile "Ama.." diye başlayan olumsuz cümleleri sarfediyorduk . Nasıl böyle pozitif olabildiğine için için sinirlenmiyor da değildik . O ise bize "Ne derseniz deyin beni aşağıya çekemezsiniz" diyerek gülümsüyordu . Olan biten yaşanan tüm tatsızlıkları , ülkemizin ekonomik sıkıntılarını , bunun birey olarak hepimize yansımasını , terördu , savaştı mavaştı , hepsini o da biliyordu . Yani kavanoz içinde yaşamadığı gibi aldırış etmeyen biri de değildi . Baktık onu ikna edemiyoruz , başladık dedikoduya ; "Seni böyle motive eden kesinlikle aşk olmalı , insan ancak aşık olunca böyle çiçeğe böceğe kafasını takar" dedik . Güldü ve "Evet !" dedi , " Evet aşık oldum !." "Kime ?" diye sorduk . Ağzını doldura doldura ve gayet kendinden emin bir sesle "Kendime!" dedi . Ne kadar haklıydı . Yaşadığımız kişisel ve toplumsal tüm problemler kendimizi görmeyi ve hissetmeyi unutturuyor . Bir çarka kaptırıp idiyoruz . Kendimizden tat almayı unutuyoruz . Oysa bunun için ne çok sebebimiz var. Mutlaka her şeyin dört dörtlük olması gerekmiyor. Sağlıklı mıyız ? Elimiz iş tutuyor mu ? Fikir üretebiliyor ve uygulayabiliyor muyuz ? Dostlarımız var mı doya doya sohbet edecek ? Can dostlarımız ve ailemiz var mı hayatı paylaşacağımız ? Kaybettiğimiz yakınlarıızın yerine oturtmaya çalıştığımız doğuştan değil , sonradan kendi seçtiğimiz akrabalarımız var mı ? Renklerimiz yok mu üzerimizde taşıyarak güzelleşebileceğimiz , hayallerimizi renklendirebileceğimiz ? Çiçekler yok mu bize ait olmasa da doğa da olan ve kopartmadan koklayabileceğimiz ? Varsın zorluklar olagelsin . Sınavdır belki de , gelir ve geçer . Geçmese de alıştırır , bizim zorluklarımız olur . Yeter ki kendimizle barışık olalım . Yeter ki aynalara her ne olursa olsun gülümseyebilelim . Varsın derinlere inemeyen sığ insanlar bize deli desin . Çok akıllı olup bunalmaktan , deli olup hayatı şakayla karışık yaşayarak yol alalım . İyilikler kadar sıkıntılar , zorluklar , kayıplar da insanlar için . Tünelin en karanlık noktası aydınlığa en yakın olan anıdır . Yeter ki zor zamanları kendimize ve çevremize küsmeden geçirelim . Olabildiğince mutlu ve pozitif olalım . Negatif olmak çevreye çok çabuk bulaşıyor . Söz konusu arkadaşım etraftan gelen negatif enerjiye iki hafta dayanabildi . Dün odama gelip "Bana enerji ver , kendimi düşük hissediyorum" dedi . Buyrun bakalım . Kendine aşkı mı bitti ? Hayır , sadece pozitif enerjisini bize o kadar çok verdi ki , kendi enerjisini düşürdu . Oysa bizler almayı bilseydik , ondan yayılan bizden yayılanla birleşecek ve daha büyüyecekti . Yani paylaştıkça çoğalacaktı . Öyleyse etrafımıza hemen gülümseyelim . Belki de ilk başta sahte gibi gelecek ama sonra içten geldiğini göreceğiz . Kendimize aşkımızı hiç kaybetmeyelim ve bu aşk oldukça herşeyin üstesinden geleceğimizi unutmayalım . Kendimizi şımartmayı ihmal etmeyelim . Küçücük şeyler bile olsa . Bir kahve , bir kadeh şarap , bir kurabiye , bir film , bir kıyafet , bir kitap , bir dost paylaşımı , bir kucaklaşma , ne şekilde olursa olsun kendimizi ödüllendirmektir ...












“MUTLU OLMAK İÇİN BİRÇOK SEBEP VAR”


Doç. Dr. Mustafa Doğan Karacoşkun:

"MUTLU OLMAK İÇİN BİRÇOK SEBEP VAR"

"Zenginlik ve başarı, sadece mal- mülk arttırma ve imtihanlarda başarı elde etmeyle olmaz. İyi giyinir, çok paraya sahip olur ama gerçek anlamda insan olmayı ve mutlu olabilmeyi başaramayabiliriz. İnsan sevdikçe anlar zenginleşip bir şeyleri başardığını. Yoksa ne para getirir mutluluğu, ne de statü. Üstelik sahip olduklarıyla kolay kolay yetinmez çoğu insan. Bu yüzden de hep öteler mutluluğu. Daha fazlasına sahip olacak ve ancak o zaman mutlu olacaktır. Oysa insan olmak daha fazlasına sahip olmak değil, hiçbir şeye sahip olamasa da hayatını anlamlı ve gönül zenginliği ile yaşayabilmedir."

 

Hayatın anlamı sizce nedir, mutluluk ne demektir?

Sorunlar insanlar içindir ve mutluluk sorunsuz olmak demek değildir. Mutluluk, sorunsuz bir yaşam sürmek değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir. İnsan değer gördükçe ve değer verdikçe hayat güzelleşir ve mutluluk yaşanır. Hayat, anlamını böylece kavrayabilir ve hayat anlam kazandıkça gerçek anlamda güzelleşir. Bunun için ilk iş olarak insan kendi kendisiyle işe başlamalıdır. Çünkü çoğunlukla en büyük kavga ve çatışmalarımız kendimizledir. İnsanların kendi içlerindeki çatışmalar, dış dünyadakilerden daha fazla ve daha ürkütücüdür. Bunları aşabilmek için kendimizle cesurca yüzleşip, kendimizi tanıma ve anlamayla işe başlamalıyız.

Her şey önce kendimizde başlar o zaman

Sorunlarımız başımızdan aşkın da ondan mı korkuyoruz acaba kendimizle yüzleşmeye? Yoksa bu sorunlar, bizi yok etmiş, iç dünyamızı harabeye çevirmiş de biz, bunu göremeden başkalarını kurtarmaya mı çabalıyoruz.? Öyleyse, hemen belirteyim ki, beyhude uğraşlar içindeyiz. Laing’in dediği gibi, ancak " kendimizi yok etmeyi durdurabilirsek, başkalarını da yok etmeyi durdurabiliriz."

İnsan önce kendine değer vermelidir öyleyse…

Hakikaten, kendi dışımızdakilerle mesafemizi bir yana bırakmalıyız. Şöyle bir düşünmeliyiz. Kendimizle mesafemiz nedir? Kendimizi ne kadar tanıyor ve ne kadar anlayabiliyoruz? Hatta "mutlu olmak" gibi çok ideal bir yaklaşımı da şimdilik unutalım. İçimize dönelim ve kendimizi bir görelim. Sahi biz hep dışımızdakileri, işi gücü, başkalarını görüyor, seviyor, eleştiriyor, kızıyor ve hep onları konuşup düşünüyoruz da, kendi benliğimizle, neleri paylaşıyoruz? Paylaşmamız gereken şeyler yok mu? Dışarıdaki hayattan tümüyle kopup, yer yer korkmadan ve cesaretle kendi kendimizle baş başa kalabilmeyi ne oranda başarabiliyoruz? Yoksa bu bizi ürküttüğü için mi hep kendi dışımıza yönelerek, hayata tutunmaya çabalıyoruz? Peki dışımızdaki hayatın hangi yönleriyle var olmaya çabalıyoruz? Sınırsız ihtiras ve sahip olma tutkularımız dışında bizi hayata bağlayan neler var ki?

Sahip olma arzusu, hayatı nasıl anlamlandırıyor ?

İnsan ne kadar fazlasına sahip olursa olsun, daha fazlasını arzulamakta ve bir türlü kendini zengin olarak görememektedir. Çünkü zenginlik ve başarı, sadece mal- mülk arttırma ve imtihanlarda başarı elde etmeyle olmaz. İyi giyinir, çok paraya sahip olur ama gerçek anlamda insan olmayı ve mutlu olabilmeyi başaramayabiliriz. İnsan sevdikçe anlar zenginleşip bir şeyleri başardığını. Yoksa ne para getirir mutluluğu, ne de statü. Üstelik sahip olduklarıyla kolay kolay yetinmez çoğu insan. Bu yüzden de hep öteler mutluluğu. Daha fazlasına sahip olacak ve ancak o zaman mutlu olacaktır. Oysa insan olmak daha fazlasına sahip olmak değil, hiçbir şeye sahip olamasa da hayatını anlamlı ve gönül zenginliği ile yaşayabilmedir. Nitekim Mevlâna Hazretleri "Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok.

Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok." derken bunu anlatmak ister.

İnsanımız hayatı ve mutluluğu hep erteliyor mu?

Hep bir şeyleri erteleriz. Neden? Daha fazla şeye sahip olmak ve daha yüksek makam ve mevkilere gelebilmek için. Bütün bunlar için çekeriz nice acı ve sıkıntıları çoğu kez. Oysa sahip olduklarımızın kıymetini bildikçe ve güzellikleri yaşamayı ertelemedikçe yanı başımızdadır mutluluk. Ve sonuçta ne ekersek onu biçiyoruz. Ertelendikçe yakalanmıyor mutluluk. Yaşanan hiçbir an geri dönmüyor. Çocuklar hep çocuk olarak kalmıyor ve hayat bize hiçbir zaman sınırsız yaşama vadinde bulunmuyor. O halde yaşanan her an, tekrarı olmayan bir zamandır. O halde sevdiklerimizi ihmal ederek, hem onların mutluluğuna katkı sağlamayı ihmal ediyoruz, hem de kendimize yazık ediyoruz. Gerçekte ertelenemeyecek kadar güzeldir hayatın renkleri…

Bizler var olanlara şükretmeyi, sevgiyi ve mutluluğu zamanında yaşamayı pek bilmiyoruz galiba, öyle mi?

Hayat geçicidir ne dersek diyelim. Mutlu olmak için bir ömür beklemeye yetmeyecek kadar geçici! Sahip olduğumuz şeyler ne bu dünyada mutlu eder bizi, ne sonrasında. Ama sevdiklerimizin kıymetini anlamak için son anı beklemeyelim, farkına varalım onların. Sevgiyle yaşayalım ve şükredelim sahip olduğumuz için onlara. Yaşadığımız sıradan hayat dışında aramayalım mutluluğu. Çünkü mutluluk en sade yerindedir hayatın, bilene. Şükretmek ve mutlu olmaya yelken açmak değil mi doğru olan? Bırakalım artık şu bitmek tükenmek bilmez hırslarımızı. Sahip olduklarımız ve imkânlarımız arttıkça insanlığımız artıyor mu dersiniz? Belki artan yönlerimiz oluyordur. Fakat ya kaybettiklerimiz? Çocuklarımıza daha rahat, daha güzel bir hayat sağlamak için uğraşıyoruz. Ya yaşatamadıklarımız? Oysa herkesin yaşadığı hayatta mutlu olabilmek için o kadar nedenleri var ki. Hiçbir lüks araba, sevdiklerimizle simit ve çay içerek geçirdiğimiz bir kısa anın hazzını veremez bize. Üstelik her şeyin güllük gülistanlık olmasını bekleyip de mutlu olacağımızı umarsak kendimizi kandırmış oluruz. Konfüçyüs çok güzel bir sözle bize mutluluğun gerçek yolunu şöyle anlatır: "Saadet, bir tencere pilava bütün lezzetleri sığdırmaktır." Yani ancak saraylarda ve lüks içinde yaşarsak mutlu oluruz diye düşünmeyelim. Düşünürsek mutluluk ulaşılamayan olur her zaman.

İnsanlar mutlu olamadığını söyler, mazeret üretirler sebebi nedir?

Bizler hep mazeret üretmekle meşgulüz. Biri olmazsa diğeri. O kadar çok ki mazeretlerimiz. Gelin bir göz atalım şunlara ve halimizi düşünelim. "İmtihanda başarısız oldum, nasıl mutlu olabilirim.", "İşsizim mutlu olamam", "işimde terfi edemedim, mutluluk neyime", "eşimle anlaşamıyorum, mutsuzum", "çocuklarım ders çalışmıyor mutlu olamam", "arabam yok nasıl mutlu olabilirim", "bu yaşa geldim evim yok mutluluk neyime", …

Giden geri gelmiyor…

Her şey hayatta bir kez yaşanıyor ve bitiyor. Öyleyse önemli olan hayatı anlamlı bir şekilde ve sevdiklerimizle doya doya ve güzel yaşamaktır. Üstelik dini inançlarımız da böyle gerektirir. İnsanları sevmek, mutlu etmek ve sevilmek dinin de bizden istediği şey değil midir? Sonradan yaşanan pişmanlıklar hiç bir şeyi geriye getirmez. Hangi giden geri gelebilir ki?

Her şey insanın kendisindedir o zaman gerisi bahane midir?

Sonu var mı bunların. Hep kendi üretimlerimiz. Bahane arayana çoktur böyle mazeretler. Bırakalım bunları. Kendi dışımızda aramayalım mutlu olma yollarını. Her şeyin bizim elimizde olduğunu bilelim.

Hayatta mutlu olmak için her şey bir nedendir, doğru yaşanırsa. Pek çok olumsuz olarak gördüğümüz şeyler bile hayata sevgiyle bakabildiğimiz sürece mutluluk yolunda bize katkı sağlayabilir. Önemli olan yaşanan şeyin ne olduğundan öte, nasıl algılandığı ve yaşanıldığıdır. Bazılarından ders alır, bazılarını yaşayarak olgunlaşırız. Bu anlamda da pek çok acı bile, doğru tepkiler ve sağduyu ile karşılanabildiğinde insanı hayatın yaşanmaz olduğu noktasına götürmez. Tabi Yüce Yaradan’dan herkes için daha az acı, daha çok sevinç dolu bir hayat dileyerek sohbeti tamamlamak istiyorum. Mutlulukla kalın…

 
 
  Bugün 9 ziyaretçi (10 klik) kişi burdaydı!  
 
myspace layouts, myspace codes, glitter graphics


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol