Doç. Dr. Mustafa Doğan Karacoşkun:
"MUTLU OLMAK İÇİN BİRÇOK SEBEP VAR"
"Zenginlik ve başarı, sadece mal- mülk arttırma ve imtihanlarda başarı elde etmeyle olmaz. İyi giyinir, çok paraya sahip olur ama gerçek anlamda insan olmayı ve mutlu olabilmeyi başaramayabiliriz. İnsan sevdikçe anlar zenginleşip bir şeyleri başardığını. Yoksa ne para getirir mutluluğu, ne de statü. Üstelik sahip olduklarıyla kolay kolay yetinmez çoğu insan. Bu yüzden de hep öteler mutluluğu. Daha fazlasına sahip olacak ve ancak o zaman mutlu olacaktır. Oysa insan olmak daha fazlasına sahip olmak değil, hiçbir şeye sahip olamasa da hayatını anlamlı ve gönül zenginliği ile yaşayabilmedir."
Hayatın anlamı sizce nedir, mutluluk ne demektir?
Sorunlar insanlar içindir ve mutluluk sorunsuz olmak demek değildir. Mutluluk, sorunsuz bir yaşam sürmek değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir. İnsan değer gördükçe ve değer verdikçe hayat güzelleşir ve mutluluk yaşanır. Hayat, anlamını böylece kavrayabilir ve hayat anlam kazandıkça gerçek anlamda güzelleşir. Bunun için ilk iş olarak insan kendi kendisiyle işe başlamalıdır. Çünkü çoğunlukla en büyük kavga ve çatışmalarımız kendimizledir. İnsanların kendi içlerindeki çatışmalar, dış dünyadakilerden daha fazla ve daha ürkütücüdür. Bunları aşabilmek için kendimizle cesurca yüzleşip, kendimizi tanıma ve anlamayla işe başlamalıyız.
Her şey önce kendimizde başlar o zaman
Sorunlarımız başımızdan aşkın da ondan mı korkuyoruz acaba kendimizle yüzleşmeye? Yoksa bu sorunlar, bizi yok etmiş, iç dünyamızı harabeye çevirmiş de biz, bunu göremeden başkalarını kurtarmaya mı çabalıyoruz.? Öyleyse, hemen belirteyim ki, beyhude uğraşlar içindeyiz. Laing’in dediği gibi, ancak " kendimizi yok etmeyi durdurabilirsek, başkalarını da yok etmeyi durdurabiliriz."
İnsan önce kendine değer vermelidir öyleyse…
Hakikaten, kendi dışımızdakilerle mesafemizi bir yana bırakmalıyız. Şöyle bir düşünmeliyiz. Kendimizle mesafemiz nedir? Kendimizi ne kadar tanıyor ve ne kadar anlayabiliyoruz? Hatta "mutlu olmak" gibi çok ideal bir yaklaşımı da şimdilik unutalım. İçimize dönelim ve kendimizi bir görelim. Sahi biz hep dışımızdakileri, işi gücü, başkalarını görüyor, seviyor, eleştiriyor, kızıyor ve hep onları konuşup düşünüyoruz da, kendi benliğimizle, neleri paylaşıyoruz? Paylaşmamız gereken şeyler yok mu? Dışarıdaki hayattan tümüyle kopup, yer yer korkmadan ve cesaretle kendi kendimizle baş başa kalabilmeyi ne oranda başarabiliyoruz? Yoksa bu bizi ürküttüğü için mi hep kendi dışımıza yönelerek, hayata tutunmaya çabalıyoruz? Peki dışımızdaki hayatın hangi yönleriyle var olmaya çabalıyoruz? Sınırsız ihtiras ve sahip olma tutkularımız dışında bizi hayata bağlayan neler var ki?
Sahip olma arzusu, hayatı nasıl anlamlandırıyor ?
İnsan ne kadar fazlasına sahip olursa olsun, daha fazlasını arzulamakta ve bir türlü kendini zengin olarak görememektedir. Çünkü zenginlik ve başarı, sadece mal- mülk arttırma ve imtihanlarda başarı elde etmeyle olmaz. İyi giyinir, çok paraya sahip olur ama gerçek anlamda insan olmayı ve mutlu olabilmeyi başaramayabiliriz. İnsan sevdikçe anlar zenginleşip bir şeyleri başardığını. Yoksa ne para getirir mutluluğu, ne de statü. Üstelik sahip olduklarıyla kolay kolay yetinmez çoğu insan. Bu yüzden de hep öteler mutluluğu. Daha fazlasına sahip olacak ve ancak o zaman mutlu olacaktır. Oysa insan olmak daha fazlasına sahip olmak değil, hiçbir şeye sahip olamasa da hayatını anlamlı ve gönül zenginliği ile yaşayabilmedir. Nitekim Mevlâna Hazretleri "Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok.
Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok." derken bunu anlatmak ister.
İnsanımız hayatı ve mutluluğu hep erteliyor mu?
Hep bir şeyleri erteleriz. Neden? Daha fazla şeye sahip olmak ve daha yüksek makam ve mevkilere gelebilmek için. Bütün bunlar için çekeriz nice acı ve sıkıntıları çoğu kez. Oysa sahip olduklarımızın kıymetini bildikçe ve güzellikleri yaşamayı ertelemedikçe yanı başımızdadır mutluluk. Ve sonuçta ne ekersek onu biçiyoruz. Ertelendikçe yakalanmıyor mutluluk. Yaşanan hiçbir an geri dönmüyor. Çocuklar hep çocuk olarak kalmıyor ve hayat bize hiçbir zaman sınırsız yaşama vadinde bulunmuyor. O halde yaşanan her an, tekrarı olmayan bir zamandır. O halde sevdiklerimizi ihmal ederek, hem onların mutluluğuna katkı sağlamayı ihmal ediyoruz, hem de kendimize yazık ediyoruz. Gerçekte ertelenemeyecek kadar güzeldir hayatın renkleri…
Bizler var olanlara şükretmeyi, sevgiyi ve mutluluğu zamanında yaşamayı pek bilmiyoruz galiba, öyle mi?
Hayat geçicidir ne dersek diyelim. Mutlu olmak için bir ömür beklemeye yetmeyecek kadar geçici! Sahip olduğumuz şeyler ne bu dünyada mutlu eder bizi, ne sonrasında. Ama sevdiklerimizin kıymetini anlamak için son anı beklemeyelim, farkına varalım onların. Sevgiyle yaşayalım ve şükredelim sahip olduğumuz için onlara. Yaşadığımız sıradan hayat dışında aramayalım mutluluğu. Çünkü mutluluk en sade yerindedir hayatın, bilene. Şükretmek ve mutlu olmaya yelken açmak değil mi doğru olan? Bırakalım artık şu bitmek tükenmek bilmez hırslarımızı. Sahip olduklarımız ve imkânlarımız arttıkça insanlığımız artıyor mu dersiniz? Belki artan yönlerimiz oluyordur. Fakat ya kaybettiklerimiz? Çocuklarımıza daha rahat, daha güzel bir hayat sağlamak için uğraşıyoruz. Ya yaşatamadıklarımız? Oysa herkesin yaşadığı hayatta mutlu olabilmek için o kadar nedenleri var ki. Hiçbir lüks araba, sevdiklerimizle simit ve çay içerek geçirdiğimiz bir kısa anın hazzını veremez bize. Üstelik her şeyin güllük gülistanlık olmasını bekleyip de mutlu olacağımızı umarsak kendimizi kandırmış oluruz. Konfüçyüs çok güzel bir sözle bize mutluluğun gerçek yolunu şöyle anlatır: "Saadet, bir tencere pilava bütün lezzetleri sığdırmaktır." Yani ancak saraylarda ve lüks içinde yaşarsak mutlu oluruz diye düşünmeyelim. Düşünürsek mutluluk ulaşılamayan olur her zaman.
İnsanlar mutlu olamadığını söyler, mazeret üretirler sebebi nedir?
Bizler hep mazeret üretmekle meşgulüz. Biri olmazsa diğeri. O kadar çok ki mazeretlerimiz. Gelin bir göz atalım şunlara ve halimizi düşünelim. "İmtihanda başarısız oldum, nasıl mutlu olabilirim.", "İşsizim mutlu olamam", "işimde terfi edemedim, mutluluk neyime", "eşimle anlaşamıyorum, mutsuzum", "çocuklarım ders çalışmıyor mutlu olamam", "arabam yok nasıl mutlu olabilirim", "bu yaşa geldim evim yok mutluluk neyime", …
Giden geri gelmiyor…
Her şey hayatta bir kez yaşanıyor ve bitiyor. Öyleyse önemli olan hayatı anlamlı bir şekilde ve sevdiklerimizle doya doya ve güzel yaşamaktır. Üstelik dini inançlarımız da böyle gerektirir. İnsanları sevmek, mutlu etmek ve sevilmek dinin de bizden istediği şey değil midir? Sonradan yaşanan pişmanlıklar hiç bir şeyi geriye getirmez. Hangi giden geri gelebilir ki?
Her şey insanın kendisindedir o zaman gerisi bahane midir?
Sonu var mı bunların. Hep kendi üretimlerimiz. Bahane arayana çoktur böyle mazeretler. Bırakalım bunları. Kendi dışımızda aramayalım mutlu olma yollarını. Her şeyin bizim elimizde olduğunu bilelim.
Hayatta mutlu olmak için her şey bir nedendir, doğru yaşanırsa. Pek çok olumsuz olarak gördüğümüz şeyler bile hayata sevgiyle bakabildiğimiz sürece mutluluk yolunda bize katkı sağlayabilir. Önemli olan yaşanan şeyin ne olduğundan öte, nasıl algılandığı ve yaşanıldığıdır. Bazılarından ders alır, bazılarını yaşayarak olgunlaşırız. Bu anlamda da pek çok acı bile, doğru tepkiler ve sağduyu ile karşılanabildiğinde insanı hayatın yaşanmaz olduğu noktasına götürmez. Tabi Yüce Yaradan’dan herkes için daha az acı, daha çok sevinç dolu bir hayat dileyerek sohbeti tamamlamak istiyorum. Mutlulukla kalın…