!!!''''' MéNü ''''''!!! |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
'' SeVMeK'' Mi..? '' SeViLMeK'' Mi..? xD |
|
|
Sevmek mi sevilmek mi? |
|
SEVMEK Mİ SEVİLMEK Mİ?
Genç kız nihayet uyanmıştı. Tüm gece boyunca uyumuştu. Gözlerini ovuşturdu. Elbiselerini düzeltti. Şaşkındı.
- Neredeyim ben? Siz kimsiniz?
- Demek dün gece neler olduğunu hatırlamıyorsun?
- Çok içtiğimi hatırlıyorum o kadar...
- Evet, kapıyı sana açtığımda çok sarhoştun gerçekten. Kapıyı açar açmaz bana ilk söylediğin söz suydu:
"Ben Tanrı'nın hediyesiyim" Genç kız bu söz karşısında utancını gizleyemiyordu. Bir şeyler söylemek istiyor ama nereden başlayacağını da bilemiyordu. Şaşkınlığını biraz olsun gizlemek için:
- Peki ya sonra ? dedi.
- İşin doğrusu ben Tanrı'dan böyle bir hediye beklemiyordum. Şaşırdım bir an. Gerçeği arayan birisine senin gibi bir serabın gösterilmesi doğal gelmedi bana. Ben bunları düşünürken sen de şu anda yattığın yerde sızıp kaldın zaten.
- Dün geceden beri yerde mi yatıyordum? Diye sordu şaşkınlıkla.
- Evet, düşüp sızdığın yerden kaldırmadım. Biliyorsun seraba dokunulmaz. Bütün gece Tanrı'nın seni almasını bekledim. Ama görüyorsun ki hala gelmedi. Sahi söyler misin sen hangi Tanrı'nın hediyesisin böyle?
Ferda sitem dolu bir utangaçlıkla:
- Lütfen benimle alay etmeyin, dedi.
- Alay etmiyorum. Sadece seni anlamaya çalışıyorum. İstersen önce sana bir kahve yapayım da kendine gel. Kemal kahveleri getirdiğinde Ferda biraz olsun kendine gelmişti. Üzerindeki yabancılığı atmaya, doğal olmaya çalışıyordu.
- Benim adim Ferda. İki sokak ilerideki sitelerde oturuyorum. Dün gece için özür dilerim. Arkadaşlarla yasadığım bir çılgınlıktı o kadar. Çok utanıyorum.
- Ben de Kemal. Bu evde tek başıma yaşıyorum. (Bir an duraksadı Kemal). Senin hakkında ne düşündüğümü merak ediyorsun değil mi?
- Biraz öyle...
- Hiç... Hiçbir şey düşünmedim.
- Neden?
- Özel olarak hiçbir insan üzerinde düşünmem pek.
- Gecenin yarısında kapını çalıp evinde yatan bir kız hakkında bile mi?
- Evet...
- Çok garip bir insansın.
Kemal sustu... ve sonra
- Söylesene maskeli bir baloda insanların gerçek yüzlerini tanımak mümkün müdür sence?
- Tabii ki değil.
- İşte şu toplumda gördüğün bir çok insan ve sen... Hepiniz maskelerinizle yaşıyorsunuz. Su toplum maskeli bir balodan farksızdır bence. Hem de zamana, kişilere ve olaylara göre her an değişen maskelerin kullanıldığı bir balo... Bu yüzden pek anlamlı gelmiyor bana insanlar üzerinde düşünmek.
- Kendini soyutluyorsun insanlardan.
- Öyle de denebilir. Zaten toplum ferdin en büyük düşmanıdır bence. Bu yüzden insanlardan hiçbir şey almamayı yeğliyorum. Buna rağmen her şeyimi vermeye de hazırım onlara.
- İnsanların sevgisini de reddeder misin, örneğin?
- En başta onu. Bugünün sahte sevgileri bir insanin kalbini yaralamak için seçilen en tehlikeli yoldur.
- Ama insan hiç sevilmeden yasayamaz ki...
- Bunda yanılıyorsun. İnsan sanıldığının aksine sevilerek değil severek yaşar. İnsan sevilmek ihtiyacında olan zayıf bir varlık değildir. Kısacası sorun bence sevilmek değil sevmektir.
- Sevdiğin halde sevilmiyorsan?
- Sevilmek senin sorunun değil onun sorunu. Bence sevmek bir insanı kendi içinde hissetmendir. Sevilmek ise kendini bir insanin içinde hissetmen. Anlayabiliyor musun? Sevmek seni zenginleştirir, sevilmek değil. Bunu evreni kapsayacak şekilde de düşünebilirsin.
- Nasıl yani?
- Evrensel anlamda sevmek kainatı kendinde seyretmek, sevilmek ise kendini kainatta seyretmektir. Ferda'nın kafası karışmıştı. Hiç bu kadar derinlemesine düşünmemişti sevgi üzerine.
Bunu fark eden Kemal:
- Bunları bir anda anlamak sana güç gelebilir. Ama biraz düşünürsen umarım anlayabilirsin. Şunu unutma ki insanlık bugün ikinci tas devrini yaşıyor. Birinci taş devrinde insanlar yumuşacıktı. Sevgi sayesinde her şey yumuşacıktı. Sadece evleri ve aletleri taştandı. Simdi ise her şeyimiz yumuşacık, yüreklerimiz taş gibi. Hatta taştan da katı. Çünkü öyle taslar vardır, üzerlerinde otlar yetişir ve öyleleri de vardır ki... Kemal'in gözleri nemlendi bunları söylerken. Yılların acılarını, ihanetlerini, buruklukların, kelimelere döküyordu aslında. Ağlamaklı bir hale dönüşüyordu sesi kesik kesik...
Uzun bir sessizlik oldu. Bütün bir hayat şeridi geçti Ferda'nın gözleri önünden. Eğer Kemal'in anlattıkları doğruysa sevgi hiç olmamıştı hayatında. Bir anda gözleri duvarda bir çerçevede olan mısralara takıldı:
"Donuk sevgiler çağındayız Sıcak sevgiler cehennemde yanıyor Sevgi... Yaşanmayacak kadar güzel, Fark edilmeyecek kadar sade, Duyulmayacak kadar doğaldır."
Kemal duvarda ağlayan bir çocuk portresi gösterdi Ferda'ya:
- Biliyor musun bir çocuğa verilecek en değerli besin şefkattir. Ve de cesaret. Bunlar öyle hassas bir dengeye sahiptir ki, denge bozuldu mu işte şu insanları görürsün karşında... Şefkat ve cesaret kurbanları... Kimileri aşırı şefkatin yanında cesaretsiz büyütülürler. Bu insanlar küçücük bir dünya kurmak isterler kendilerine. Güçsüzdür bu insanlar, kolayca kırılırlar. Dünya çok acımasızdır öylelerine göre... Kendilerini sevecek birilerini ararlar hep. O kadar yoğunlaşırlar ki bazen şiddetli bir arzuyla birine doğru akmak isterler. Cesurca sevemezler. Cesareti öğrenememiştir bu insanlar. Öte yandan da cesur insanlar... Dünyayı bile devirebilirler. Ama basit bir sevgi oyunuyla kolayca yıkılıverirler. Dünyayı titretecek cesareti taşıyan bu insanlar kalplerine dokunan bir parmakla diz üstü çöküverirler yere. Ve su sözleri duyar gibi olursun onlardan: " Dağ düştü üstümüze Yıkılmadık ama İnsan değdi tenimize Acısı yıktı bizi...! Cesaret onları o kadar sertleştirmiştir ki sevdikleri insanı kolları ile kalpleri arasında neredeyse öldürür.
Kemal sustu birden. Ferda bir şeylerin olduğunu hissetmişti. Çözmek istiyordu Kemal'i.
- Niye sustun?
- Bana ne şefkati öğrettiler nede cesareti.
- Ama tüm bunları biliyorsun sen
- Nasıl olduğunu merak ediyorsun değil mi, anlatayım. Bir an durdu sonra:
- İnsanların nefretinden sevgiyi, ihanetlerinden sadakati, korkaklıklarından cesareti öğrendim.
- İnsanlar bu kadar acımasız mi? Gerçekten seven insanlar yok mu hiç?
- Bırak sevgilerini gülmeleri bile doğal değil onların. Seni senin için değil kendileri için severler. O kadar iyi o kadar güzel ve o kadar haince severler ki hayran olmamak elde değil biliyor musun? Sevgi ve ihaneti sanatsal bir uyarlamayla o kadar güzel sahneye koyarlar ki son sahnede öleceğini bile bile seyredersin oyunu. Mükemmel bir katildir onlar. Seve seve öldürürler seni. Dudaklarından sevgi sözcükleri yükselir. Yapacağın tek şey gözlerini kapatıp sevgi atmosferi içinde sevgi sözcüklerinin sağanak yağmuru altında ölümü beklemendir. Anlıyor musun?
- Sen sevilmekten korkuyorsun
- Belki...
- Neden? - Neden mi? Ben her insani kalbime misafir edebilirim, sevebilirim yani. Kalbimden eminim çünkü. Sevdiğim insani rahatsız edecek hiçbir şey yok kalbimde. Ama kimsenin kalbine girmek istemem. Çünkü bilmiyorum nelerle karsılaşacağımı. Bilmiyorum hangi tuzaklar bekliyor beni. Ve bilmiyorum o insan bunlardan haberdar mı?
- Fikirlerimi alt üst ettin. Her şey karıştı. Sevmek sevilmek, nefret sevgi... Hatta şu ana kadar gerçekten yaşayıp yaşamadığımı düşünüyorum.
- Aslında sana anlattığım her şeyi kendinde bulabilirsin.
- Nasıl?
- Kendini tanıyarak... Yalnız kaldığın anlarda...
- Yalnızlıktan kaçmışımdır hep...
- Yalnızlıktan kaçmak kendinden kaçmaktır. Bir düşünsene, doğarken de yalnızsın, ölürken de. O halde yasarken yalnızlıktan kaçmak anlamsız değil mi?
- Yalnızlıkta insan ne bulabilir ki sıkıntı ve boşluktan başka?
- Kendini gerçekten tanıyabilseydin uzaydaki derinlikten daha derin bir iç uzayın olduğunu görebilirdin. Bizler ruhumuzu öldürüyor sonra başına geçip ağıt yakıyoruz... Benliğindeki zenginliği fark etseydin dünyada ikinci bir insan aramazdın biliyor musun?
- Anlamadım!
- Dünyada bir tek kişi vardın aslında. O bir tek kişinin içinde beş milyar insan.
- Benliğim bu kadar kalabalık mi?
- Evet. Benliğin tüm varlığın merkezidir. Tüm acılar ve sevinçler yüreğinde gizlidir senin. Ölenleri yüreğine gömdüğün gibi doğacak çocuğun kalbi de senin içinde atar. Hem acıyı hem sevinci yaşarsın iç içe, yan yana... Hatta o kadar acı çekersin ki acı, acı olmaktan çıkar...
- Sözlerin çok karışık.
- Belki haklısın bu konuda. Bazı insanlar başlı başına paradokstur. Düşünceleri de öyle. İnsanlar paradoksal düşünmeye alışık değiller. Bu yüzden anlaşılmıyoruz. Zaman bir hayli ilerlemişti. Ferda izin istedi. Zihni o kadar dağılmıştı ki hiçbir şey söylemeden çıktı evden. Bütün gece boyunca Kemal'in sözleri ile uğraştı Ferda. Bazen onu anladığını düşünüyor, bazen saçmaladığına karar veriyordu. Her şeye rağmen hayranlık duyuyordu ona. Ara sıra arkadaşlarına anlatmak istiyordu onu. Ama kimsenin anlamayacağından emindi. Günler geçiyor, yüreğinde Kemal'e, karşı konulmaz bir sevgi taşıdığını hissediyordu Ferda. Her geçen gün biraz daha büyüyordu sevgisi. Aylar geçmiş ama bir türlü ona gitmeye karar verememişti. Çekiniyordu. İnsanlardan bu kadar uzak biri onun gibi deli dolu bir kızı ciddiye alır miydi? "Hiç kimse sevgiyle dirilmeyecek kadar ölmüş değildir hiçbir zaman". Evet, bu söz de onun değil miydi? Nihayet karar verdi Ferda. Gitmeli ve ona sevdiğini söylemeliydi.
Ferda Kemal'in evine gittiğinde büyük bir şaşkınlık geçirdi. Evde kimse yoktu, taşınmıştı... Evin bekçisi yaklaştı Ferda'ya:
- Kızım, adinizi öğrenebilir miyim?
- Adım Ferda, Kemal Bey taşındı mi?
- Evet kızım, taşındı. Ve kimseye söylemedi nereye gittiğini, bana bile. Bir mektup bıraktı sana. Gelirse verirsin dedi. Ferda mektubu aldı. Tereddütlü adımlarla evine gitti. Yıkılmıştı. Derin bir boşluk hissetti yüreğinde. Birden ümitle doldu yüreği. Belki de onu yanına çağırıyordu.
Sabırsızlıkla mektubu açtı. "Ey sevgili, Seni sevip sevmediğimi söylemeyeceğim. Ama sevgiyi öğretebildim sana sanırım (ne kadar öğretilebiliyorsa). Dilerim kalbine kalbimden verdiğim şey yüreğinde yeşerip meyve verir. Böylece ne sen bende kaybolacaksın, ne de ben sende. Sen beni kendinde, ben seni kendimde bulmuş olacağım. O zaman hiç ayrılmayacağız.
Sakin sevgimle seni tuzağa düşürdüğümü sanma. Sevgi hayatin hem çekirdeği hem de meyvesidir. Bir ağaç, meyvesiyle seni kendine çağırıyorsa bu bir aldatma sayılmaz. Unutma ki ağaç meyvesine çağırır, kendisine değil.
Ey sevgili, Sen bir sığınak arıyorsun ama ben durulmaz bir fırtınayım. Sen kendinin sakini olmak istiyorsun ama ben evrenin sakini olmak istiyorum. Sen olmayacak bir barışı arıyorsun. Bense tüm kötülüklerle savaşmak istiyorum. Sen küçücük bir çocuksun. Ama ben küçükken çok büyüdüm. Sen dünyadan kopup yıldızlara sığınmak istiyorsun. Bense kendimi yeryüzüne karşı sorumlu tutuyorum. Sen bir ağacın gölgesine sığınıp yaşamak istiyorsun. Bense ülkemi arıyorum. Yolları aydınlık, insanları ümitli ve huzur dolu olan bir ülke. Sen bende kaybolmak istiyorsun ama ben seni kaybetmek istemiyorum. Sen susuyorsun, bense haykırıyorum.
Sakin unutma:
Kalbim paylaşılamayacak kadar senindir. Seninle bile. (Ama bilmiyorum sen bu kadar bende misin?) "
|
|
|
sevmek, sevilmek...
Sevmek, sevilmek… dünyadaki en güzel duygulardır bunlar belki de. Hangimiz doyasıya sevmek, sevilmek istemeyiz ki? Hayatı anlamlı kılan kavramlar, bunlar bence.
Sevmek, sevgi gibi duygulardan bi haber olduğumuz bir dünya yaşadığımızı düşünsenize… ne kadar boğucu, çekilmez olurdu. Hep acı hep acı… belki de sevmek kavramını bilmeseydik, bunlar bize böyle gelmeyebilirdi, ya şimdi?
Birisine olan sevgimizi bazen güzel bir çift sözle, bazen küçük bir hediyeyle dile getiririz. Bazılarımız için ne kadar da zordur “seni seviyorum” demek. Aslında ben anlamıyorum böyle insanları. Niye zor gelir, duygularını dışa vurmak.
Belki de duygularımızı ifade etmekle içimiz rahatlar.
Sevmek kadar sevilmek de önemli bence. Her ne kadar ben karşılıksız severim desek de, aslında içimizden geçen onun da bizi sevmesidir. Karşılıksız sevmek bunu anlıyorumda, “ben karşılık beklemeden severim” derler ya işte bunu anlamıyorum.
Sevildiğini duymak güzel bir duygu olsa gerek. Bunu herkesten duymak… sadece karşı cinsten değil yani.
İnşallah tüm ömrümüz boyunca, hep sevilen saygı duyulan, değer verilen insanlardan oluruz. Ama tabi ki bizde sevmeli, ve onlara değer vermeliyiz…
SEVMEK VE SEVİLMEK ÜZERİNE
|
|
İnsanın gönlü öyle geniştir ki sevdikçe sevesi gelir. Sevgiyle mutlu olmanın iki yolu vardır. Birincisi, severek mutlu olmaktır. İkincisi ise sevilerek mutlu olmaktır. Severek mutlu olmak çok özel bir durumdur. Bu şekilde mutlu olabilen kişiler daha çok daha çok sevmek isterler. Bu öyle doyumsuz bir istektir ki, insanı sevdiği kişi ve nesneleri daha çok sevmeye yönelttiği gibi, sevdiği kişi ya da nesneler dışında da evrende sevecek bir şeyler aramaya sevk eder.
İnsan, sevgiyle kainata baktığında bu bakış farklıdır. Belki de olması gereken ve bizim birkaç asır geride bıraktığımız bir bakıştır bu. Biz bu bakışı bulunduğu yüzyıldan çıkarıp bugüne taşıdığımızda çevrenin bize bakışı da mutlaka değişecektir. Bakış sevmek amaçlı olunca,bakılan şeyde sevilecek özellik mutlaka bulunur, ufak tefek olumsuzluklara aldırış edilmez. Sevgi dolu bakınca kırgınlıklardan da uzak kalırız. Çünkü asık yüz sevgi dolu kalbe yaraşmaz. Tebessüm eden çehreyle etrafa baktığımızda çevrenin de bize tebessüm ettiğini görürüz .
Sevmek insanı mutlu ediyorsa sevilmek için ayrıca çaba sarf etmeye gerek kalmaz.
Ayrıca, sevgi bir çığ gibi büyüyen, gelişen bir duygudur. İnsanın gönlü öylesine geniştir ki, bütün kainatı içine alabilir. Gönlünde böyle bir genişliği yakalayan kişi, bir şeyi sevmeye yöneldiğinde, sevdiği şey onun gönlünü doldurmaya yetmez.Bu nedenle yöneldiği şeylerden başka şeylere de kalbinde yer açıldığını fark eder. Bu, adeta sonsuzluk arayışının gönlümüzdeki yansıması, içimizdeki sonsuzluğa tatlı bir yolculuk gibidir . Gönlümüzün derinliklerini keşfettikçe, bu yolculuğumuz daha da hızlanarak, katlanarak ve tatlanarak devam edecektir.
Sevilmek suretiyle mutlu olmaya çalışan insanın mutluluğu yakalaması biraz şansa bağlıdır. Zira kendisini seven insanların sayısal çokluğu veya sevenlerinin duygu yoğunluğu mutluluğun belirleyicisi olacaktır. Ancak bu durumda yalancı sevgilerle yüz yüze olmak ta muhtemeldir. Ayrıca kişi, kendisine yönelmiş olan sevginin ya da sevgi gösterisi niteliğindeki davranışların sona ermesi halinde içler acısı duruma düşebilir.
Huzur ve mutluluğun gıdası olarak sevmeyi seçmek bir etken karakter davranışıdır. Diğer türlü, sevilmeyi beklemek, sürekli beklenti içinde olmak anlamına da gelebilir. Ya beklentimiz boşa çıkarsa hiç mutlu olamayacak mıyız ? İlk bakışta, sevilmeyi tercih etmekte etken taraf var gibi görünse de oradaki etkenlik, kendini sevdirmek için gayret etme, hoşa gidecek işler yapma şeklindedir. Peki kendimizi sevdirmek için kimin hoşuna gidecek işleri yapmamız gerekir?
Cevap gayet basit. Kimin sevgisini kazanmak istiyorsak onun hoşuna gidecek işler yaparız. Acaba bu yaptıklarımız bizim de hoşumuza giden işler midir? Yoksa mutlu olmak için yapmış olduğumuz tercihin neticesi olarak sürüklendiğimiz bir durum mudur? Yukarıya başkalarının hoşlandığı tuğlaları dizerken kendi temel taşlarımızın bu farklı ağırlık noktalarını taşıyabilip taşıyamayacağını iyi hesap etmek lazımdır. Hesap hatası yaparsak temeldeki taşlar yerinden oynayabilir. Nasıl ki vücut bütünlüğümüz önemliyse, iç dengemiz ve ruh bütünlüğümüz de önemlidir. Bütünlüğün kaybı demek, ruhsuz bedenler, içsiz dışlar demektir.
Hep sevmekten bahsediyoruz ama sevmek bir başlangıç, bir ilk enerjidir. Çocukların sevmeyi öğrenebilmeleri için sevgiye ihtiyaçları vardır. Uzmanlar, çocukların çok sevilmesi gerektiğini söylüyorlar. Sevgiyi yeterince tadamayan çocukların ileriki yaşlarında sevgisiz ve hatta acımasız oldukları da bilinen bir gerçektir. Acımasız, merhametsiz ve negatif duygulara sahip bir nesille karşılaşmamak için çocukların sevgiyle yoğurulması, sevgiyle doyurulmasına ihtiyaç vardır. Çocuklara “anneyi mi çok seviyorsun, babayı mı” sorusu çokça sorulur. Bu soruyu sorarken çocuk tarafından seviliyor olma isteği ağır basar. Oysa bu soruyu “seni annen mi çok seviyor yoksa baban mı çok seviyor” şeklinde değiştirebiliriz. Böylece ebeveynden hangisinin çocuğa daha çok merhamet duygusu aşıladığını anlamış oluruz. Ayrıca anne babayı, çocuklarını daha çok sevmeleri konusunda teşvik etmiş oluruz.
Sevilmeyi önceliğe yerleştirmek hamle sırasını karşıya geçirmek değil midir? “Önce o beni sevsin sonra ben onu ” mantığı biraz bencillik gibidir. Sevgiyi bir şeyin karşılığı olarak düşünmek onu basitleştirmektir. Oysa karşılıksız sevmek sevgiyi yücelten, bunu yapabilen kişiyi de bulunduğu yerden daha yukarıya taşıyan bir tutumdur.
Sevmenin maliyeti de düşüktür. Sevilmek ise öyle olmayabilir. Muhatap sevgide cimriyse olmadık şeyleri isteyebilir. Maddi manevi bizi üzebilir. Sevmek için sevilmeyi ön şart olarak arayanlardansanız, muhatabınız da sevgide cimriyse ve sizi çok dolandırmış ve çok üzmüşse sizde onu sevecek derman kalmayabilir.
Severken gönlümüz, ruhumuz gezer. Sevilmek için kendimiz gezmemiz gerekebilir. Hatta sürünmemiz, sürüklenmemiz gerekebilir.
Biz peşin sevelim de karşılığında sevilirsek, o da bunun kârı olsun . Günlük hayatta çatışma ve stresin en temel sebebi iletişim hatalarıdır. Hata, adı üzerinde isteyerek yapılmayan insana has, gayet masumane yanlışlıklardır. İletişim hatalarının çoğu yanlış anlama ve yanlış anlatma daha doğrusu anlatamamadan kaynaklanır. İnsanlarda mevcut sevgi duygusunu geliştirebilirsek, insanların sevgiyle birbirine bakmasını,birbirini dinlemesini sağlayabilirsek iletişimde de bir kolaylık sağlamış, iletişim boşluklarını doldurmuş olarak daha rahat anlar ve anlaşılır oluruz. Ufak tefek sürçmelere aldırış etmeyiz.Kusurları birer delik kabul edip o delikten arka tarafı görmeye gayret etmek yerine kusurları şefkatle örtmeye, eksikleri tamamlamaya çalışırız. Bu şekilde daha az stresli ortamda daha huzurlu ve daha üretken olabiliriz.
Yunus ‘un deyimiyle “
“Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım
Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz”
|
|
|
|
|
|
|
|
Bugün 21 ziyaretçi (25 klik) kişi burdaydı! |
|
|
|
| | |